Yargıtay ve Sivas Katliamı Davası: Adaletin Peşinde Bir Yolculuk
Bir anı düşünelim: 2 Temmuz 1993, saat 13:00, Sivas… Bu sıradan bir yaz günüydü ama bir trajedi yaşanıyordu. Madımak Oteli'nde bir grup aydın ve sanatçının kaldığı otel, bir kalabalığın öfke dolu saldırısına uğradı. Aleviler için önemli bir isim olan şair- yazar Nesimi Çimen’in hayatını kaybettiği bu olayda toplamda 37 insan, ateşler içerisinde can verdi. Sonuç olarak, Türkiye’nin unutulmaz yüz karalarından biri olan Sivas Katliamı'nın ardından adalet arayışları başladı. Ama maalesef bu yolculuk düşündüğümüz kadar kolay olmadı.
Sivas Katliamı'nın Arka Planı
1990’lı yılların başlarında Türkiye'de toplumsal gerilimler artmıştı. Özellikle dini kimlikler etrafında şekillenen ayrışmalar, olayların fitilini ateşledi. 2 Temmuz 1993’deki katliam da bu sürecin en acı örneklerinden biri olarak tarihe geçti. Katliama maruz kalan insanlar sadece o dönemdeki aydınlar değil; aynı zamanda farklı düşüncelere sahip olan bireylerdi. Olay sonrasında yapılan yargılama süreçleri ise toplumun adalet duygusunu sorgulatacak kadar karmaşık hale geldi.
Mahkeme Süreci
Sivas Katliamı sonrası açılan davada Yargıtay'ın ilk kararları dikkat çekiciydi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, davanın ilerleyen süreçlerinde bazı usul eksiklikleri gerekçe göstererek idam cezasını bozdu . Bu durum toplumda derin tartışmalara yol açtı çünkü birçok kişi adaletin yerini bulmadığını düşünüyordu.
Bazı kaynaklara göre, katliama uğrayanların aileleri ve mağdurların yakınları mücadelerine devam ettiler; fakat kararların bozulması gibi gelişmeler ruh halleri üzerinde büyük etki bıraktı. Onlarca insan mahkemelerde ter dökerken gözyaşı döktü; haklılığını ispatlamak için savaş verdiler.
Davada İkinci Perde: Ankara 1 Numaralı DGM'nin Kararı
Zaman geçtikçe toplumun sabrı da azalmaya başladı ve yeni duruşmalar bekleniyordu... Nihayetinde beklenen tarih geldi! 16 Haziran 2000'de Ankara 1 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), daha önce Yargıtayın iki kez bozduğu davada sanıklar hakkında idam cezasına hükmetti. Fakat bu sefer de pek çok soru işareti gündeme geldi.
Sıradan bir vatandaşın gözünden baktığımızda... Annesiyle birlikte davayı takip eden Ayşe Hanım, o gün yaşananları şöyle ifade ediyordu: “Duruşmada yalnızca sözlerin ağırlığını hissetmedik; hissettiğimiz acının ağırlığı her an üzerimizdeydi.” Adalet yerini bulacak mıydı? Ya da yeniden soru işaretleriyle mi karşılaşılacaktı?
Peki ama neden böyle oldu?
Kimi tarihçilere göre dava süreci sırasında bazı baskılar oluştuğu söylenmektedir ki bu durum mahkemenin verdikleri kararlara etki etti! Herkes adaleti talep ederken hukukun ince detaylarında kaybolmak kaçınılmazdı belki de... Bazıları bu tür davaların yalnızca sembolik olduğunu iddia ediyor çünkü sonuçta adalet arayışı süregeldi ama ne kadar yerine ulaştığına dair tartışmalar hiç bitmedi.
Sosyal Medya Öncesi Dayanışma Çabaları
Evet belki de sosyal medyanın olmadığı günlerde telefon zincirleri kurarak dayanışma sağlanıyordu! Radyo duyuruları yapılırdı zamanında... Hatırlıyorum ki komşular arasında dayanışma vardı; herkes birbirine bilgi aktarmaya çalışırdı ki “İşte biz buradayız!” demenin başka yolu yoktu o günlerde...
Bugünün Sosyal Medya Dinamikleri ile Karşılaştırılması
Ama şimdi Twitter var! Bugün atılan tweetlerle herkes görüşlerini hızlıca paylaşabiliyor ya da katılım gösterebiliyor örneğin Twitter'da @.......... (Gizlenmiştir) gibi hesaplar üzerinden yürütülen kampanyalar çoğaldıkça çoğalıyor!
Peki ama yarın benzer olaylarla karşılaştığımızda geçmişte yürütülen adalet mücadelelerini hatırlamak yeter mi?